Bugün size “Uçağa biniş ve ilk gün” maceramdan bahsedeceğim.
Uçağa biniş ve ilk gün…
Cumartesi günü erkenden uyandım ve son hazırlıklar için evden çıktım. İlk önce istikamet Karşıyaka. İlk olarak babayı ziyaret etmeliyim ne de olsa uzunca bir süre uğrayamayacağım ona ve gitmeden son dertleşme.
Oradan ayrılıp yakındaki dayıma uğrama, dün gelmiş beni görmek için ama evde değildim, gitmeden önce bir konuşayım kendisiyle de. Güzel bir ziyaret oldu dayıma, sanayiye yaptığım ziyaret, cam şişede Coca-Cola ve kavurmalı üstüne yumurtalı tost ile. Gerçekten mutlu oldum ve bir kez daha sanayiye aşık oldum o gün. Oradan ayrıldıktan sonra doğru eve geldim.
Aa unutmadan sabaha karşı uçacağım için Lufthansa’dan check in yapılabildiğine dair mail aldım sabahtan ve hemen checkin yaparak kanat arkasında aldım yerimi.
Ve son güne bırakılmış bavul hazırlama işlemi. Bu noktada devreye ablam giriyor ve yardımıyla beraber bavulumu patlamayacak şekilde ve sınıra olabildiğince yakın dolduruyoruz. 22,6 kilo ile Lufthansa’nın 23 kiloluk sınırına baya yakınlaşıyoruz. Burada en önemli kısım kıyafetlerin kırışmaması, bunun için kırışması önemli olmayan şeyleri kot pantolon eşofman altı gibi şeyleri rulo yaparak valizin en altına yerleştirmek ve daha sonra aralara iç çamaşırları ve diğer şeyleri yerleştirerek düz bir zemin elde etmek ve sonrasında da üzerine pantolonların bir kısmını koyup onun üzerine de havluları koymak ve arayı da düz olacak şekilde doldurmak. Sonra da pantolonların kalan kısımlarını üzerine çevirmek ve aynı şekilde tişörtleri de 🙂 en az kırışıklıkla yolculuğa hazırlar 🙂
Son hazırlıklar gece on ikiye kadar sürerken her şey sorunsuz bir şekilde ilerliyordu 🙂 her şey hazırdı artık, gitmeye hazırdım, saat 3 e kadar birazcık uyudum ve arkadaşımın aramasıyla uyandım. Annem, ablam ve arkadaşımla beraber Esenboğa’ya doğru yola çıktık. Tabi ki protokol yolu denilen mobil pavyon görünümlü yolu kullanarak geldiğimiz Esenboğa hiç de öyle hareketli değil bir o kadar sakindi.
Saat 4’e doğru Lufthansa personeli gelerek bagajları almak için sıraya geçtim ve burada üçlü bir ayrım söz konusuydu, first class, online check in ve hava alanında check in olarak. Hemencecik bavulu teslim ederken gördüğüm 22,6 kilo beni mutlu etti. Baskülle bavulu tartmanın gerçekten mantıklı bir iş olduğunu bir kez daha görüyordum.
Saat beşte ise artık aileden ve en yakın arkadaştan ayrılma vakti. Onları gönderirken ben de boarding için sıraya giriyorum, ama o da ne? Hiç kimsenin söylemediği bir şey daha, yurt dışı çıkış pulu. Hemen sıradan çıkıp yurt dışı çıkış pulunu alıp geri geliyorum ama sıra bıraktığım yerde değil gerçekten uzadıkça uzamış ve bekliyorum. Daha sonra iç kısıma da geçip oradaki kontrolden de sonra Lufthansa bekleme yerine geliyorum. Buradaki kısa süreli bekleyişten de sonra uçağa adım atarak ilk uçuşumun keyfini çıkarmaya başlıyorum.
Ankara’nın üstü bulutlarla kaplı olmasına rağmen diğer yerlerde böyle olmayan hava nedeniyle rahat rahat yer yüzünü izleyerek geliyorum Münih’e kadar. Verdikleri sıcak kahvaltı ve güzel ikramlarıyla Lufthansa gerçekten hoşuma gitti. Ama asıl güzel kısım Münih Frankfurt arasındaki uçuşumda gelecekti. Münih’te dış hatlardan iç hatlara geçmek için yaklaşık yarım saat yürüyorum bu yürüyüş sırasında sırt çanta kontrolü ve pasaport kontrolü ve ilk defa Almanca konuşma zorunluluğu.
Neden geldin?
Ne kadar kalacaksın?
Bu gibi sorulara cevap verirken gerçekten tepkisiz bakışları ve mimiksiz suratlarıyla pasaport kontrolünde biraz gerilebiliyorsunuz. Burayı da atlattıktan sonra diğer uçağıma biniyorum ve Almanya coğrafyasını seyrederken şarabınızı yudumlayabiliyorsunuz. O kadar şarap sevmeyen biri olarak içimi ve tadıyla güzel bir şarap eşliğinde Almanya’yı seyrederek Frankfurt’a ulaştım.
Oradan da Stuttgart tren garına olan aktarmamla Stuttgart’a geldim ve işte başlangıçtaki en güzel anım. Hauptbahnhof’a geldim ve üst kata çıktım, hemen oradan yaşayacağım şehre gelmek için bilet almak istiyorum. Tabi ki hemen bir Deutsche Bahn çalışanını gözüme kestirdim ve Almanca olarak nereden bilet alabileceğimi sordum ama unuttuğum bir şey vardı, üzerimdeki İstanbul tişörtü. Amca Türkçe olarak makineden alabileceğimi söyledi ve beni orada yardım edeceğini iddia ederek bekletti ve gereksiz bir muhabbete başladı benimle makinenin yanında. Ben biletimi alırken o konuştu da konuştu ve ben de sözünü kesmek istemediğim için de bir şey diyemedim ama en sonunda bana sürekli konuşma arasında yardım edeceğini söyleyen amca trenime 2 dakika ve 6 gleis’lık (platformluk) mesafe varken senin trenin 6.Gleis’da diyerek beni sırt çantası bavul ve laptop çantasıyla koşmak zorunda bıraktı ve en önemli dersi verdi, kendi işini kendin yap. Burada bisikletiyle trene binerken beni görüp treni bekleten kıza da teşekkürü bir borç bilirim. Teşekkürler 🙂
Neyse ki trenle Wörth’e kadar geldim, fakat hesabımda olmayan bir şey vardı, normalde kız arkadaşım beni Stuttgart’ta karşılayacaktı ama hasta olduğu için gelemedi ve ben evin olduğu yeri çat pat biliyorum ama nasıl gideceğimi de kesinlikle bilmiyorum. Başladım yürümeye, bahnhoftan çıkıp yürüdüm biraz ve ilk gördüğüm kişiye adresi sordum ve onun tarifiyle beraber biraz daha yürüdükten sonra tekrar şirin bir teyzeyle karşılaştım ve ona da sordum ve o su kulesini göstererek bana tarif etti ve evi buldum. Fakat normalde evin iki girişi varmış, biri benim bildiğim diğeri arka taraftaki. Benim bildiğim taraftaki girişi daha sonra kapatmışlar ve diğer giriş kullanılıyormuş, sıcakta o kadar yol yürümüş olmama rağmen hiç kızmadım, elimdeki azcık bilgi ile evi bulmamın vermiş olduğu mutlulukla. Evi gerçekten bulmam mucize gibiydi sadece hisler ve akılda kalan bir kaç küçük adres kırıntısı, internetsiz ve haritasız.
Uçağa biniş ve ilk gün maceramdan sonra artık Almanya’daydım ve dört aylık evimdeydim.
Teşekkürler,
Almanya’da ilk hafta ve sonrasında neler yaşadığımı buradan okuyabilirsiniz.